PROF.DR.CAN CEYLAN

Ege Öğretim Elemanları Derneği (EGÖDER) Başkanı-İZMİR

Öğretmen Dünyası Dergisi

Ocak 2015 Sayısı

Devletimizin ve cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin öğretmenlerine «cumhuriyet sizden fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller ister» diye seslenirken, esin aldığı «Ben inkılap ruhunu ondan aldım» dediği aydınlanma devriminin öncülerinden Tevfik Fikret’in şu dizeleri; özgür düşüncenin ve bağımsızlığın yadsınamaz önemini vurgulaması açısından son derece anlamlıdır.

“Kimseden yardım ummam, dilenmem kol kanat
Kendi boşluğum, kendi göklerimde kendim uçarım
Eğilmek, tutsaklık boyunduruğundan ağırdır boynuma
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim”

Yine Fikret, “Bir gün fen yapacak, şu kara toprağı altın / Her şey bilim gücüyle olacak buna inandım” dizeleriyle de aydınlığa ulaşmanın ve kalkınmanın tek yolunun bilim olduğunu dile getirmektedir. Kuşkusuz, bilimin üretileceği yagane emek alanı, evrensel ve çağdaş değerlerle sorun yaşamayan üniversiteler olacaktır. Bu bağlamda, öncelikle ülkemizin bu yolda katettiği aşamaları kısaca gözden geçirmek, ardından da laik ve çağdaş evrensel değerler ile özgür bilim ortamı açısından günümüz üniversite ortamının olması gereken yerde bulunup bulunmadığının irdelenmesi, yerinde bir yaklaşım olacaktır.

Osmanlı döneminde modern anlamda ilk üniversite olan Darülfünun (Fenler evi) 1863’de İstanbul’da kurulmuş, daha sonra 1900’de “Darülfünun-ı Şahane” olarak Abdülhamit rejiminin baskısı altında edebiyat, felsefe, dünya tarihi ve siyaset konularının müfredat dışında bırakıldığı yüzeysel programlarla devam etmiş, 1908’de de 1.meşrutiyetin ilanıyla ismi “Darülfünun-ı Osmani” olarak değişmiştir. 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya ile ittifaka giren Osmanlı Devleti, Darülfünun’da büyük bir ıslahata girişmiş, Almanya ve Avusturya- Macaristan’dan pozitif bilim, felsefe ve edebiyat alanları için profesör ve doçentler getirtilmiştir. Osmanlı Hükümeti’nin, Ekim 1919’da hazırladığı Nizamname ile Darülfünun’a “ilmi muhtariyet” (bilimsel özerklik) verilmiştir. 1921 yılında ise, 493 sayılı yasa ile Darülfünun’a tüzel kişilik ve özerklik verilmiştir. O dönemde İstanbul Darülfünunu, bir yandan İzmir’in işgaline büyük bir tepki gösterip, protesto toplantısı yaparken, diğer yandan bazı hocalar Kurtuluş Savaşı’na ve bu mücadeleyi başlatanlara karşı çıkmışlardır. Bu hocalara artan tepki 1922 yılında bir boykota dönüşmüş, Ankara’nın da desteklediği boykot, işbirlikçi öğretim üyelerinin Darülfünun’dan uzaklaştırılmasıyla sona ermiştir. 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte, eğitim konusunda da çağdaş bir atılım ve yapılandırma süreci başlatılmıştır. Bu çerçevede hedeflenen ana noktaları dört başlık altında toplamak mümkündür:

  • 1. Eğitimin toplumsal bir hak ve kamu hizmeti olarak fırsat eşitliği ilkesi gözetilerek sunulması
  • 2. Kamusal kaynaklarla desteklenip geliştirilmesi
  • 3. Özgür ve bağımsız düşünen kuşaklar yetiştirilmesi
  • 4. Evrensel değerler üzerinde laik ve ulusal bir eğitim sisteminin oluşturulması

Bu hedefler doğrultusunda başlatılan süreç; 3 mart 1924 tarihinde çıkarılan “Tevhid-i Tedrisat” kanunu ile eğitim ve öğretimde birliğin sağlanması, medreselerin kaldırılması, medreselerin yerine ilahiyat fakültesinin kurulması, 1925’de tekke, tarikat ve zaviyelerin kapatılması gibi köklü değişikliklerle devam etmiştir. İlk üniversite reformu ise Atatürk’ün talimatıyla 1933 yılında Türkiye’ye çağrılan İsviçreli eğitim bilimci “Prof Dr Albert Malche” tarafından hazırlanan rapor doğrultusunda yapılmış ve Darülfünun lağvedilerek yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk üniversitesi olan “İstanbul Üniversitesi” kurulmuştur. 1946 yılında üniversitelere 4936 sayılı yasa ile de ilk kez özerklik verilmiştir.

1950-1960 yılları arası Demokrat Parti dönemi; öğretim üyelerini bakanlık emrine alan yasa değişiklikleri, öğretim üyelerinin düşünce ve bilimsel özgürlüklerinin kısıtlanması ile olumsuz bir dönem olarak tarihe geçmiştir. 1961 anayasası ile üniversitelerin “özerk kuruluşlar” arasında tanımlanması ile üniversiteler anayasal güvence altına alınmıştır. Ardından 1971 anayasası ve 1975 Üniversiteler yasası üniversiteler için özerklikte büyük gediklerin açıldığı bir dönem olmuştur.

12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK)’ün kurulmasıyla üniversiteler için yeni bir sayfa açılmıştır. Bu dönemde 1402 sayılı sıkıyönetim yasasıyla çok sayıda ilerici, demokrat ve devrimci öğretim üyesi (Alpaslan Işıklı, Kurthan Fişek, Veli Lök, Oya Köymen, Üstün Korugan vs) üniversitelerden uzaklaştırılmıştır. Bu uzaklaştırmaların ve izlenen politikaların amacı , çağdaş eğitim ve bilim anlayışından uzak “tek tip düşünce”, “tek tip bilim adamı”, “tek tip öğrenci”modeli yaratmak olmuştur. Sonraki süreçte, vakıf üniversitelerinin ve özel üniversitelerin kurulmasıyla yüksek öğretimde özelleştirme dönemi başlamış; üniversiteler ticari işletme, öğrenciler müşteri, öğretim üyeleri satış elemanı, eğitim de ticari meta konumuna indirgenmiştir.

Çağdaş ve demokratik bir üniversite varlığından söz edebilmek için, bilimin üretileceği ortamda başlıca üç özerkliğin sağlanması kaçınılmaz ana koşuldur. Bunlar; özgür çalışma ortamı ve iş güvencesinin sağlandığı “Akademik Özerklik”, yöneticilerin üniversiteyi oluşturan unsurlar (öğretim üyeleri, öğrenciler, çalışanlar) tarafından yapılacak seçimle belirlendiği, bu konuda üniversite dışından herhangi bir kurumun ya da kişinin atama yetkisinin bulunmadığı “Yönetsel Özerklik” ve kamudan ayrılan bütçenin kullanılmasında seçilmiş yönetimin tam yetki ve sorumluluğa sahip olduğu “Mali Özerklik”tir.

Ocak 2013’de hazırlanan ve anayasal değişiklik gerektiren yeni Yüksek Öğretim Kurumu yasa taslağı önerisi, üniversiteler açısından çok tehlikeli sonuçlar doğuracak düzenlemeler içermektedir. Yapılması planlanan bu düzenlemelerle, sözleşmeli öğretim üyesi statüsü getirilerek iş güvencesi ortadan kaldırılmakta, dolayısıyla da akademik özerklik ortadan kaldırılmaktadır. Rektör, dekan seçim ve atamaları, stratejik plan ve üniversite bütçesi gibi konularda geniş yetkilerle donatılan üniversite konseyinin 13 üyesinden 5’inin üniversite dışından gelmesi (2 üyeyi bakanlar kurulu belirliyor) yönetsel özerklik açısından kabul edilemez değişikliklerdendir. Bakanlar kurulunun (İktidar partisinin) gerek üniversite konseylerinde (2 üye) gerek yükseköğretim genel kurulunda (7 üye) atama yetkisine sahip olması ise üniversitelerin siyasallaşması anlamına gelmektedir ki bunun üniversitelerin özgür yapılanmasıyla bağdaşması mümkün değildir. Yasa taslağının amaç kısmında “Türk”, “Türk ulusu”, “Atatürk ilke ve devrimleri”, “cumhuriyet kazanımları” “Türkçe dili” gibi ulusal kavram ve değerlerin çıkarıldığı ya da yer almadığı, dolayısıyla ulusal bir yükseköğretim modeli hedefinden de sapıldığı görülmektedir.

7 Kasım 2013 tarihinde resmi gazetede yayınlanan Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nde yapılan değişikliklerle soruşturma geçiren öğrencilerin kampüse alınmaması, haklarında inceleme tamamlanmadan okuldan uzaklaştırılabilmeleri ile izinsiz bildiri dağıtmak, afiş ve pankart asmanın suç kapsamına alınması söz konusu olmuştur. Oysa çağdaş değerler üzerine kurulmuş üniversite ortamında; şiddet çağrısı ya da nefret suçu içermemesi koşuluyla her türlü bilginin, çağrının, duyurunun, yazılı ya da sözlü olarak açıklanması olağan karşılanmalı ve ifade özgürlüğü kapsamında kabul görmelidir.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların evrensel değerler üzerinde laik ve çağdaş bir eğitim sistemi oluşturma hedefi dikkate alındığında, aklın ve bilimselliğin gereği olan laiklik ilkesinin korunması yönünde tavır alan Ege Üniversitesi emekli öğretim üyesi sayın Prof.Dr. Rennan Pekünlü’nün almış olduğu hapis cezası da, üniversitelerin nereye gittiğinin ya da nereye götürülmek istendiğinin değerlendirilmesi açısından üzerinde önemle durulması gereken bir gelişmedir. Bilindiği gibi Pekünlü, görevi sırasında türbanlı bir öğrencinin “eğitim ve öğretim hakkını engellemek” suçlaması ile yargılanarak, 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırılmış ve cezası yargıtay tarafından onanmıştır. Rennan Pekünlü’nün “anayasaya aykırılık ve adil yargılanma hakkının engellendiği” gerekçesiyle anayasa mahkemesine yaptığı itiraz başvurusu da kabul edilmemiştir. İç hukuk yollarının tükenmesi üzerine başvurulan AİHM’den henüz karar çıkmamıştır. Geldiğimiz noktada Rennan Pekünlü, 27 Kasım 2014 tarihinde “Evren ve Evrim” konulu halka açık konferansını verdikten sonra, 4 ay 10 günlük cezasını çekmek üzere cezaevine girmiş bulunmaktadır.

Rennan Pekünlü’nün mahkumiyeti ile sonuçlanan türban konusu öteden beri, istismara açık bir polemik konusu haline getirilmiş ve politik bir propaganda malzemesi olarak kullanılagelmiştir. Elbette ki bu konuda siyasi, dini ve insani açıdan farklı kişisel yaklaşım ve görüşlerin olması doğaldır. Ancak laik ve sosyal bir hukuk devleti olan ülkemizde, bu konudaki asıl bağlayıcı yaptırım gücü, bağımsız mahkemelerin verdiği yasal hükümlerdir. Hiçbir güç ve yetkinin Türkiye Cumhuriyeti yasalarının üzerinde olamayacağı, aksi taktirde ne hukukun varlığından ne de üstünlüğünden söz edilemeyeceği de son derece açıktır.

Türban konusunda gerek ulusal, gerekse AİHM gibi uluslararası mahkemelerin verdiği kararlara bakıldığında, üniversitelerde türban serbestliğine hiçbir zaman nihai yasal izin çıkmamıştır. Bu kararların gerekçelerinde, “Türbanın siyasal ve dini bir sembol olduğu”, “anayasamızın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez laiklik ilkesine aykırı olduğu”, “Türban yasağının din ve inanç özgürlüğü, eğitim alma hakkı gibi temel hak ve özgürlükler açısından ihlal oluşturmadığı” gibi nedenlerin vurgulandığı görülmektedir. Hal böyle iken 2010 yılında dönemin YÖK başkanı “disiplin yönetmeliğine aykırı durumu nedeniyle hiçbir öğrenci sınıftan çıkarılamaz” şeklinde bir genelge yayınlayarak, öğrencilerin anayasal engel olsa bile derslere türbanlı olarak girebilmelerinin yolunu açmış ve adeta bir yasa tanımazlık örneği vermiştir. Rennan Pekünlü’nün “büyük suçu” bu yasa tanımazlığa karşı duruş göstermek ile yasal durumun ne olduğunu bir kamu görevlisi olarak öğrencilere hatırlatmaktan ibarettir.

Prof Dr Rennan Pekünlü, susturulmaya, sindirilmeye çalışılan üniversitelerde, yasaların kendisine yüklediği sorumlulukları yerine getirerek, konusu suç teşkil eden yasa dışı emir ve talimatlara uymayarak; laik ve çağdaş bir bilim insanından beklenen dik duruşu ve kararlılığı göstermiştir. Kaldı ki Rennan Pekünlü, mevcut hukuksal durum konusunda öğrencileri uyarmak ve durumu tutanağa bağlamak dışında hiçbir türbanlı öğrencinin üniversiteye ya da sınıflara girmesini fiili olarak, ya da cebir ve tehdit yoluyla engellemiş değildir.

Sonuç olarak yukarıda açıklanan bilgiler ve yapılan saptamalar çerçevesinde; üniversitelerde özlenen ve beklenen çözüm ne olmalı sorusunun yanıtı; merkeziyetçi, buyurgan, otoriter, müdahaleci, siyasal ve neo-liberal etkilere açık, olağanüstü yetkilerle donatılmış yüksek öğretim yapılanmalarının yerine; üniversite yönetici ve temsilcilerinin içinde yer aldığı, sadece plan ve koordinasyon organı olarak çalışmayı ilke edinmiş, siyasi etkilere kapalı, evrensel değerler üzerinde yükselirken ulusal değer ve kavramları göz ardı etmeyen, özerkliği güvence altına alınmış, demokratik, katılımcı, çağdaş, laik ve dinamik bir yapılanmanın sağlanması olarak özetlenebilir.

Kaynaklar

1. Namay Y, Karakök T (2011) Atatürk ve Üniversite Reformu (1933). Yükseköğretim ve Bilim Dergisi. Cilt 1, Sayı 1.

2. Taşdemirci, E. (1993). 1933 Üniversite Reformu İle 1981 Üniversite Reformunun Karşılaştırmalı Analizi, Eğitim Bilimleri I. Ulusal Kongresi (24–28 Eylül 1990) Bianel Kitabı, Ankara: Milli Eğitim Basımevi.

3. Arslan, A. (1995). Darülfünundan Üniversiteye, İstanbul Kitabevi.

4. Widmann, H. (1981). Atatürk Üniversite Reformu, Çeviri: Aykut Kazancıgil-Serpil Bozkurt, İstanbul.

5. Ortaylı İ. (2001). Gelenekten Geleceğe, İstanbul: Ufuk Yayınları.

6. Hatiboğlu T. (2000). Türkiye Üniversite Tarihi, İkinci Baskı, Ankara Selvi Yayınları.

7. T.C Resmi gazete (7 Kasım 2013). Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliğinde değişiklik yapılmasına dair yönetmelik.

8. Turan Ş.(1982) Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, TTK yayınları, Ankara.

9. Ege Öğretim Elemanları Derneği (EGÖDER) Basın açıklaması (2014), İzmir.